bugün

entry'ler (927)

16 ağustos 2014 bursa paintball zirvesi

zirve baks'da çıkmamış. ben de gidip sıtar baks'tan şeyaptım katılımımı.

atım da şurada up laya dursun

zirve başlığı up'lama aparatı. az önce yaptım, yüzde yüz çalışıyor. tişikkirliiir.

geleneksel gri sehir zirvesi 2

(bkz: atım da şurada up laya dursun)

sevgilim ben manyak oldum

şimdi geçtiğimiz günlerde bu kişinin doyum günü oldu, herkes kutladı falan. eee kko sen neden kutlamadın? e, kutlamam arkadaşım, doyum gününde ne işim var. tadım günü olsa eyvallah. misal her sene bozcaada'da bağbozumundayım ben toprağım.

şimdi neyse, herkesin sevdiği saydığı bu sevgilim ben manyak oldum kişisi aynı zamanda büyük bir gizemdir de. Gizem derken muamma anlamında, yoksa bildiğin harun abi lan ben tanıyöm asdakljjj.

gelin size şimdi o'nu anlatayım;

1871 yılının (bazı kaynaklara göre 1870) 5 Mart'ında Yahudi bir ailenin çocuğu olarak Polonya'da doğdu. Daha genç yaşlarında sosyalizmle tanıştı ve dönemin solcu gruplarında yer aldı. Daha 18 yaşındayken içinde bulunduğu gruplar ve politik görüşü yüzünden isviçre'ye kaçmak zorunda kaldı. 1889'da Zürih Üniversitesi'ne girdi. Burada felsefe, tarih, politika, ekonomi ve matematik öğrenimi gördü, hayatında büyük etki bırakacak isimlerle tanıştı.

1890 yılında Bismarck'ın sosyal demokrasiyi yasaklayan kanunun lağvedilmesi ardından, sosyalist parlamentoya girdi. Parlamentoya giriş, dönemin sosyal demokratlarının devrimci uçtan uzaklaşmasına ve parlamentoda daha etkin olabilmek için çalışmasına neden oldu. Bu, sevgilim ben manyak oldum'un da dahil olduğu devrimci görüş çizgisindekileri rahatsız etmekteydi. Bu sırada Zürih'te öğrenim görmeye devam eden Rosa 1898 yılında doktorasını tamamladı. Özgür bir Polonya için çalışmalarına devam etse de, onun kafasındaki tabloda Almanya, Avusturya ve Rusya'da devrim gerçekleştiği taktirde Polonya özgür olabilirdi. Bu tablo milliyetçi bir çizgi çizen Polonyalı sosyalist grupların ve Polonya Sosyalist Partisi'nin ondan daha da uzaklaşmasına neden oldu. Daha sonra bu görüşleri Rus sosyalist çevrelerle de ilişkisinin bozulmasına yol açacaktı.

1898 yılında Gustav nick the chopperberg ile evlenerek Berlin'e taşındı, Alman vatandaşlığı kazandı. SPD'nin (Almanya Sosyal Demokrat Partisi) aktif bir üyesi oldu. 1900 yılına gelindiğinde sevgilim ben manyak oldum'un fikirleri tüm Avrupa'da sosyalist çevrelerde büyük yankı uyandırmakta, yazdığı makaleler ilgi görmekteydi. Özellikle Eduard Bernstein'in düşüncelerine getirdiği eleştiriler ile öne çıkıyordu. Alman militarizminin yükselen değer olması Luxemburg'u ziyadesiyle rahatsız ediyordu, bu konuda partiyle de ters düşmüştü. 1904 ile 1906 yılları arasında siyasi faaliyetleri ve görüşleri nedeniyle üç kez hapse girdi. Aldığı hapis cezaları onu yıldırmadı, faaliyetlerine devam etti. SPD'nin eğitim merkezlerinde Ekonomi ve Marksizm öğretmeye başladı.

Savaşın başlamasıyla esen milliyetçi rüzgar SPD'nin de milliyetçi eğilime yönelmesine neden oldu, ki bu Luxemburg'un fikirleri ile tamamen tezatlık oluşturuyordu bu sebeple partiyle olan tüm ilişkisini kesti. 5 Ağustos 1914'de Karl Liebknecht ile beraber Internationale grubunu kurdu. 1 Ocak 1916'da grubun adı Spartaküs Birliği (Spartakistler - Almanca Spartakusbund) oldu. Grubun devlete karşıt tutumu yüzünden 28 Haziran 1916'da Luxemburg hapis cezasına çarptırıldı. Hapiste geçirdiği yıllarda birçok makale kaleme aldı. Özellikle Rus devrimi üzerine yazdıkları ve Bolşeviklere getirdiği eleştiriler çarpıcıdır. Eleştiri derken, sana ne olm beyaz çorap giyorlarmış, kırolarmış falan. sen yaptıkları işe bak önce adamların adslkasdljj.

00 00 dan sonra marmaray da yürüyen kızın amacı

bazı bir takım sakıncalı şeylerdir. belki de avrasya maratonu'na hazırlanıyordur, günahını almayayım şimdi.

nick the chopper

barbi degil harbiymis, onune geleni degil adam olani severmis. bugun o'nun dogum gunuymus, haydin eller havaya. (son kisim nakarat)

japoncum

yanlislikla bir yas daha yaslanmis yazar. artik yanlis dogum gununu unutup hedayesini unutan hayta kocasi dusunsun. finish him!

hüloğ

(bkz: hülolüyah)

hülolüyah

bir hristiyan sevinç nidası.

(bkz: papa nın götünün kılıyım)

uludağ modern sözlük

yalnizca zekilerin gorebildigi ciplak sozluk.
(bkz: sozluk ciplak)

orantısız goy goy zirvesi

hayvanli zirve. evcil insanlarinizi da getirebilirsiniz.

orantısız goy goy zirvesi

marti, doner yapiminda kullanilan bi hayvandir. bazi profesorler halki manipule ediyor. o zaman onlar da doner yapilsin. hayvan. ehe.

en kötü günümüz böyle olsun vol 1 zirvesi

zirve iyiydi de bobregimi kim aldiysa versin arkadaslar.

official husband of besiktas

ing. Bursaspor.

en kötü günümüz böyle olsun vol 1 zirvesi

evvelce bursa disinda yasayan yazar, gammaz, troll ve moderatorlerin katildigi zirvelerin zaten yapildigi dusunulunce siradan bir zirvedir. goy goy varsa ilk olmus son olmus sorun da degildir. ha, zirve organizeytirlari cevvallik iddiasindalarsa pastadan sol frame cikarsinlar da gorelim.

en kötü günümüz böyle olsun vol 1 zirvesi

havuza atlayın da yalnız içine işemezsek...

bir memenin ilk neresine bakarsınız

bir memeye bakarım bir de sahibine. herkesin memesine elleyebilirim ama pısırıklığım asaletimdendir.

--spoiler--
nasıl güzel sıçmışım lan di mi
--spoiler--

cahil profesor ün işsiz olması

aslında işi olup da para alamamasından kaynaklanan durumdur. zaten profesör olmasına rağmen cahildir. aysun kayacı görse "çobanın oyuyla profesörün oyu bir olur mu" formülasyonunu bir daha gözden geçirir o derece. aysun kayacı deyince de bi fena olüyöm. öhmm..

bütün çocuklar kardeştir

bir çocuk gördüm, 5-6 yaşlarında; uzunca bir merdivenin hemen altında, gölün kenarında. elinde kartondan bir tepsi, çekirdek satıyordu tanesi 1-2 lira.

az kalmış, belli ki saatlerdir orada... boş bakıyordu, bekliyordu... satıyordu işte umutsuzca. çocuk 55-56 yaşlarındaydı.

bir çocuk daha gördüm 2-3 yaşlarında; o merdivenlerin tepesinde, çekirdekçi çocuğun üstündeydi. tutmuş anne ve babasının elinden sıkıca, çocuk zirvedeydi.

sonra, bir an elinden topunu kaçırdı annesi. çocuk irkildi, peşinden gitmek istedi topun... babası bırakmadı elini düşmesin diye merdivenlerden.

annesi çekirdekçi çocuğa seslendi: "oğlum tutuver şu topu..."

çocuk 55- 56 yaşlarındaydı. önce sesi duydu sonra kendisine doğru yuvarlanan topu fark etti; çocuk şimdi 5-6 yaşlarındaydı. topu hemen almak istedi önce, elinde kartondan tepsi. nereye koyacağını bilemedi ilk başta, eğreti durdu elinde. çimlere bırakıverdi kartondan tezgahını, bıraktı onca yaşını çimenlere...

topa önce sarıldı, gurbetten dönen kadersizi bağrına basan toprak gibi özünü verdi top da o'na.

çocuk topu geri attı kardeşine. ve atarken 2-3 yaşındaydı. biliyor musunuz; bütün çocuklar kardeştir.

yazarların yarım kalan aşk hikayeleri

kimi zaman nefret, kimi zaman ihtiras uyandıran, kimi zaman hayrete düşüren hikayelerdir. kimi raikonen...

öncelikle ben bi kahve firmasında ürün hazırlama bölümünde çalışan bir kişiyim. yani atıyorum müşteri "bir küçük beyaz moka" diyor kasiyer arkadaşıma, o da gerizekalı gibi bana dönüp ingilizceden "van tol vayt mokaa!" diyor, ben de hazırlıyorum. adamın içine gugıl transleyt mi kaçmış ne ahahahahaha. neyse uzatmayayım zira konumuz bu değil.

efendime söylim, uzun zamandır (2 yılı aşkın bir süreye tekabül ediyor) platonik duygular içerisinde olduğum ve benden hoşlandığını tahmin ettiğim karşı cinsten bir kız bayan arkadaşım vardı çalıştığım mekanda. tatlı hatundu vesselam. gerek fiziksel, gerek düşünsel anlamda bana çok uygun olduğunu düşünüyordum.

tabi sanırım gerek benim çekingenliğimden gerekse pısırıklığımdan mütevellit bu süre zarfında bu kız bayanın dönem dönem yaklaşık 3-4 tane erkek arkadaşı oldu. ama o dönem boştaydı kendisi. ben de yeni bir erkek arkadaş edinmesinden önce açılmayı düşünüyordum kendisine.

kendisiyle çok güzel kanka ilişkisi içerisindeydik, herşeyini konuşurdu benimle. erkek arkadaşlarının evinde yaptıklarını bile anlatırdı. o kadar yakındık yani, diyorum ya tam benlikti...

neyse uzatıp sıkmayayım sizi. mevzuya dalayım. sanırım bir çarşamba günüydü, uyuz mu uyuz bi müşteri çemkirip durdu buna işte: "ben turkçe sipariş veriyorum siz niye ingilizce söylüyosunuz", "amacınız ne, güzel türkçemizi nasıl kullanmazsınız?!" gibi laflar etti. zilli tam bir türkçe fedaisi çıkmıştı. benim sevdiceğimin yüzü ise bunca azar ve fırçadan sonra kıpkırmızı olmuştu.

o an aslında benim de kan beynime sıçradı, uçan tekmeyle müdahale etmek istedim ama hayat şartları beyler; asgari ücret+ ssk+ yol+ yemek. birşey yapamadım, boynumu büktüm çaresizlik içünde...(kahrolsun kapitalizm)

sonra tabi benim kız bayan arkadaşım siparişi aldı, çaktırmadan içeriye geldi yanıma. tam kahvenin kapağını kapatacakken aldı bu kahveyi elimden, sağı solu kolaçan edip resmen tükürüğünü tıskırttı kahvenin içine sonra kapadı plastik kapağını. ve servis etti kahveyi.

aslında bu hareketi bir yere kadar anlayabilirdim çünkü ben de çok sinirlenmiştim. ama beni bitiren nokta o değildi; öyle bi tükürmek ki öndeki iki tavşan dişinin arasından tıskırttı böyle pisçuvvv sesi geldi anlıyo musunuz löööp diye 12 den vurdu bu kahveyi. sanki o sıcak kahve başımdan aşağıya döküldü... kız resmen mahalleden harun abi çıkmıştı beyler!

işin garibi şu 2 senelik zaman zarfında en yakın olduğumuz bir dönemdeydik. dişlerinin arasından tıskırttığı tükürüğü görmezden gelip kendisine açılmalı mıydım, yoksa "hayır harun abi arkadaş kalalım" mı demeliydim?

uzun süre kararsız kaldım, zaten o arada yeni bir sevgili buldu kendisine. bu süreçte beni oyalayan tek şey formula-1 yarışlarıydı. 2 bira kapıp seyre daldım ve unuttum herşeyi. dedim ya; kimi zaman raikonen...